Bilim dünyasındaki karanlık madde krizini anlattığımız bu videonun sponsoru Cambly ve Cambly Grup’da geçerli %60 indirim kodu: dark https://cambly.biz/dark - Cambly Kids %60 indirim kodu: matter https://cambly.biz/matter (iş birliği)
---
Yıl 1933. İsviçreli astronom Fritz Zwicky galaksi kümelerini gözlüyor. Bakın galaksi demiyorum. Galaksi kümeleri. Orada kütle çekimiyle birbirlerine bağlı halde bulunuyor bu galaksiler. O astronom da onların ne kadar hızlı hareket ettiğini bulmaya çalışıyor.
Fakat hiç ummadığı, tuhaf bir sonuçla karşılaşıyor. Coma galaksi kümesindeki galaksiler, çok hızlı hareket ediyorlar. Öyle hızlı hareket ediyolar ki, kümenin kütlesi, o galaksileri bir arada tutmaya yetecek kadar çok değil.
Peki neden orada kalmaya devam ediyorlar?
Bu durumda iki sonuca ulaşabiliriz gibi gözüküyor. Eğer gerçekten de durum buysa, aslında bu küme sabit bir yapı değil ve galaksiler alıp başlarını başka yere doğru gidecekler. Ama durum böyle değil gibi. O halde yüksek hızdan dolayı fırlayıp gitmelerine mani olan orada göremediğimiz bir kaynaktan gelen fazladan bir kütle çekim olmalı. Belki de galaksilere dair yaptığı kütle tahminleri yanlıştır. Tabii hemen bunu da hesaplıyor. Sonuç daha da şaşırtıcı. O galaksilerin orada dağılmadan durabilmeleri için, gözlemi yapan astronomun hesabından 400 kat daha fazla kütlenin orada olması gerekiyor! E bu kadar büyük bir hesap hatası yapmadığını düşündüğünden haliye Zwicky, orada gözlemini yapamadığımız, ışık saçmayan bir şeyler olduğunu söylüyor.
Belki de evrenin o bölgesinde “Coma kümesinde” yolunda gitmeyen garip bir durum vardır, olamaz mı? Ya da Zwicky bir şeyleri farkında olmadan yanlış yapmıştır. Neticede bu hiç beklenmedik bir durum. Yani gördüğümüzden 400 kat fazlasının orada olduğunu iddia etmek… Üstelik bu öyle bir durum ki, gezegenlerle, meteorlarla, sönük yıldızlarla, hatta karadeliklerle açıklanabilecek bir miktar da değil. Yıldız oluşum modellerine ve diğer gözlemlere göre, bu kayıp kütlenin kaynağını bildiğimiz cisimlerle açıklayamıyoruz.
Derken bu gözlemlerin 3 yıl ardından 1936’da Sinclair Smith, bu sefer başka bir galaksi kümesi olan Virgo kümesine bakıyor. Sonuç? E yine aynı. Orada da yıldızlarla, gezegenlerle ve karadeliklerle açıklanamayacak kadar çok fazla bir kütle varmış gibi duruyor. Göremediğimiz, kayıp bir kütle!
İşte bundan 90 yıl kadar önce bir yandan evrenin oralarında bir şeylerin olması gerektiğini işaret eden kanıtlar bulunuyor. Bir yandan da evrenin buralarında, özellikle de bilim dünyasında soru işaretleri yükselmeye başlıyor.
Madem iki farklı yerde gördüklerimizden kat ve kat fazla, kayıp bir kütle var. Peki göremediklerimiz, yani bu kayıp madde nerede? Galaksi kümelerinde bunu görüyorsak galaksilerde de olması gerekmez mi? Çünkü bizim bildiğimiz maddenin çoğu galaksilerde, aradaki boşluklarda değil. O halde bir de galaksilere bakalım mı?
Nereden başlayalım? Komşudan 🙂 Bize en yakın galaksi Andromeda’dan...
1939’da Horace Babcock işte bu amaçla oraya bakıyor. Daha önce bir kümedeki galaksilerin hızına bakılmıştı hatırlarsanız. Bu kez tek bir galaksinin kendi etrafındaki dönüş hızına bakılıyor.
En başta ne düşünmüştük? Pek olası değildi ama belki de galaksi kümeleri aslında bir küme değil. Belki de dağılıp gidiyor. Olamaz mı? Demiştik. İşte bunu test etmek için bir galaksiyi gözlemlemek çok akıllıca. Çünkü Andormeda gibi spiral galaksiler, evrenin her yerinde aynı şekildeler. Demek ki bu şekillerini koruyorlar. Yani dağılıp gitmiyorlar. İşte o yüzden çok akıllıca bir test bu! Peki sonuç ne mi?
Andromeda’nın dönme eğrisini, yani merkezden en ucuna kadar hangi hızlarda döndüğünü inceleyen Babcock, galaksinin olması gerekenden çok hızlı döndüğünü fark ediyor. Eğer Andromeda, yapısal bütünlüğünü koruyabiliyorsa ve bu hızda dönebiliyorsa, orada onu bir arada tutan fazladan bir kütle çekim olmalı!
Buyrun bakalım! Galaksi kümelerinde bunu gördüğümüz yetmedi, bir de galaksilerin kendisinde görüyoruz. Hakikaten aralarda bir yerde, öyle ufak tefek de değil, görebildiğimizden kat kat daha fazlası var gibi duruyor.
Bugün evrenin madde yoğunluğuna dair hesaplamalar, onun %70 kadarının karanlık enerjiden, %25 kadarının karanlık maddeden ve yalnızca %5’inin de bildiğimiz, bizi oluşturan, sıradan maddeden oluştuğunu gösteriyor. Yani evrenin %95’i, hala büyük bir gizem. Karanlık madde derken oradaki karanlık biraz bu gizemden, biraz da ışıkla herhangi bir etkileşime girmeyişinden geliyor. Klasik yöntemlerle yaptığımız astronomik keşiflerin neredeyse tamamını, ışıkla olan etkileşimlerle bulduğumuz için, karanlık maddeyi tespit etmek o kadar da kolay olmuyor.
Nereye varmaya çalıştığımı anladınız mı? Ya da soruyu şöyle soralım. Bilim insanları, varmak istediğimiz sonucu anlamış mıydı?
---
Araştıran ve yazan: Ögetay Kayalı
Sunan ve Kurgulayan: Barış Özcan
---
https://www.barisozcan.com